Yirmi yıl önce…
Daha dün gibi…
Acı yüreğe düşünce anlatamıyor insan kimseye, ya da “ İçimdeki bu sıkıntı niye” diye paylaşamıyor kişi, bir başka kişiyle…
Ateş düştüğü yeri yakıyor…
Boğuyor seni o an; o an ki atmosfer…
Bilinmeyen iki kol sıkıyor gövdeni, sıkı sıkıya sarıyor ve seni nefessiz bırakabiliyor…
İşte o an “ Ben ölüyor muyum” be diye darlanıyorsun…
Sıkışıyor, bunalıyorsun…
Ateş yüreğine düşüyor..
Anlamıyorsun…
***
Ciğer paren, baban, atan, senin dünyaya gelmene vesile olan bir varlık, o an bu dünyadan göç ediyor…
Yüce Allah, bir daha geri dönmemek üzere, en çok sevdiğini, senden koparıyor…
Ama sen, seni sıkan o bunaltıyı halen o onulmaz acıya yoramıyorsun…
Yakıcı, boğucu ve öldürücü sıkıntının bir saat sonrasında, babanın öldüğünün haberini alıyorsun…
Yanıyor, yıkılıyorsun…
Ama Nafile…
Neye yarar…
Ne fayda…
Olan oldu..
Babam öldü…
***
Babam yirmi yıl öce öldü..
Onsuz geçen yirmi yıl boyunca,
Babam hep benimle oldu…
Ömrüm el verdiği sürece yüreğimin en güzel yerinde ve köşesinde yaşatacağım babamı…
Babalar ölmesin…