29 Nisan 2024

zeki-sarihan

UĞUR MUMCU NİÇİN ÖLDÜRÜLDÜ?

  • PDF

 

 

Bundan 23 yıl önce 24 Ocak 1993’te evinin önünde arabasına konulan bir bomba düzeneğiyle katledilen Uğur Mumcu cinayeti, Türkiye’deki siyasi cinayetler serisinin üçüncü halkasında yer alıyor.

 

Birinci seri, 1960 sonlarına doğru başlayan ve 12 Mart 1971’de askeri bir darbeyle noktalanan cinayetler ve toplu kıyımları içerir. O dönemin temel sorunu, 1960 sonrasında yükselen halk hareketinin iktidarı ele alıp alamayacağı idi. Sosyalistler ve demokratlar, böyle bir umut besliyorlardı ve işçileri, köylüleri, memurları örgütlüyorlar, bu kesimler devrimci eylemlerini gitgide yükseltiyorlardı. Bunların karşısında ise iktidarı vermek istemeyen Amerikancı bir iktidar vardı.

 

Hatırlanacağı gibi bu dönemde devlet güvenlik güçleri tarafından birçok cinayet işlendiği gibi, devletle bağlantılı, fakat ondan ayrı hareket ediyormuş gibi duran Kontrgerilla adlı bir örgüt de vardı. Kontrgerilla Türk devleti içinde ABD tarafından kurulmuş bir yapılanmaydı. Cinayetlerin devlet tarafından açığa çıkarılamayışının nedeni, arkasındaki karanlık fakat etkili güçlerdi. ABD emperyalizminin en büyük korkusu, Sovyetlerin önünde bir set gibi tuttuğu Türkiye’nin elinin atından kaçması, tarafsızlık siyasetine yönelmesiydi. Bu nedenle antikomünist ideolojiyi yayıyor, Türk milliyetçiliğini bunun bir aracı olarak kullanıyordu. Ülkü Ocakları, bu palanın vurucu gücü idi. 12 Mart 1971’de karşı devrimciler ordu içindeki sağcıları harekete geçirerek üstün geldiler ve bütün devrimcilere büyük bir darbe vurarak, onları hapishanelere doldurup işkenceler yaparak, devrimci gençlerin simgesi haline gelmiş Deniz Gezmiş ve iki arkadaşını da idam ederek toplumu zapturapt altına aldılar. Nurhak ve Kızıldere katliamları da bu serinin içindedir. 

 

Cinayetlerin ikinci serisi: 1970’li yılların sonuna doğru uygulandı. 12 Mart toplumu sindirememişti. Halkçı Ecevit hükümetler bile kurabiliyordu. Devdim ve demokrasi şiddetle bastırılmazsa Amerikancı iktidar tehlikeye girebilirdi. Kont gerilla yeniden devreye sokuldu. Ecevit’e bile suikast düzenlendi. Doğan Öz, Bedrettin Cömert, Abdi İpekçi, Cavit Orhan Tütengil gibi aydınlar katledildi. Çorum, Kahramanmaraş, Taksim’de 1 Mayıs toplu cinayetlerini bu örgüt işlemişti. ABD’nin ve Kontrgerillanın içerde kullandığı sivil örgütlerin başında gene ülkücüler geliyordu. Amaç ülkeyi bir iç savaşa sürüklemek, bunu gerekçe göstererek askeri bir faşist yönetimi tam olarak iktidara oturtmaktı. Bu amaca da 12 Mart 1980’de Kenan Evren darbesiyle ulaşıldı.

 

Cinayet serisinin üçüncüsü 1990 yılında başladı. Bu dönemde asıl soru Türkiye’nin ABD’nin mi, Sovyetlerin mi müttefiki olması gerektiği değildi. Kenan Evren ve ardından gelen Özal yönetimleri Türkiye’nin ABD ile bağlarını güçlendirmişlerdi. Sovyet sosyalizmi yıkılmıştı. Asıl soru Türkiye’nin içindeki rejimle ilgiliydi. İran’da mollaların iktidara gelişi, bazı çevrelerde Türkiye’de de bir İslam devrimi hevesi uyandırmıştı. Bunun için laik aydınlar öldürülerek topluma bir gözdağı verilmeliydi.

 

O yıl art arda Muammer Aksoy, Çetin Emeç, Turan Dursun, Bahriye Üçok katledildi. 2 Temmuz 1993’te Sivas katliamını 24 Kasım 1993’te Uğur Mumcu’nun, 1995’te Ali Günday’ın, 1999’da Ahmet Taner Kışlalı’nın, 2002’de Necip Haplemitoğlu’nun katledilmesi izledi. Bu kişilerin ortak özellikleri ilk ve ikinci cinayet serinde öldürülen genç, aydın, işçi ve sendikacılardan farklıdır. İlk iki kuşağın devrimcileri mevcut düzeni yıkarak yerine bir halk devleti kurmak istediği halde, bu üçüncü cinayet serisin hedef aldığı kişilerin asıl özellikleri laik Kemalist düzenin korunmasıydı.

 

Aydınlar, bu gelişmeyi anlayamadılar. Öldürülenlerin cenaze törenlerinde “Mollalar İran’a!” sloganları atanlar olsa da bir haylisi bu cinayetlerin ABD tarafından işletildiğini ileri sürdüler. Oysa ABD Türkiye’de İran gibi bir rejimin iktidara gelmesini asla istemezdi. Türkiye’de laik bir iktidarın bulunması ABD ve Avrupa için tercih edilecek bir durumdu. Ancak Türkiye’de İslamlığın güçlü bir yeri olduğunu hesaba katarak “Siz ılımlı İslam” olun dediler. Bu “Sakın radikal İslam olmayın. ABD ve Avrupa ile iyi geçinecek, bizim de hedef almayacağımız bir İslam’da karar kılın” dediler. Aydınlarımızın çoğu bunu Batılıların bizi gerici bir rejimde tutmak istediğine yordular.

 

İçinde yaşadığımız dördüncü seri: Ülkemizin bugün yaşadığı, aslında Kenan Evren rejimi döneminde başlayan 40 bine yakın insanın hayatını kaybettiği iç savaşın nedeni ise bambaşkadır. Vedat Aydın, Hrant Dink, Tarih Elçi gibi binlerce kurbanı vardır. Geçmiş tarihi süreci doğru okuma siyasi olgunluğundan yoksun olan bazı çevreler, bugünkü durumu da ABD ve Avrupa’nın eseri olarak yorumluyorlar. Bu tam da sorunu çözmeye yanaşmayan bir bakış açısıdır. Günümüzde yaşanan çatışma tamamen Türkiye’nin etnik yapısından kaynaklanıyor. Türkiye’nin bir iç sorunudur. Çatışmanın durması ve insan ölümlerinin önlenmesi kamuoyunun hükümet üstünde yapacağı baskıya, hükümetin de demokratik bir düzen kurma iradesine bağlıdır.  Irak ve Suriye’de yaşanan mezhep savaşlarının Türkiye’ye yansıyan IŞİD katliamlarının önüne geçmek de siyasi iradenin dış politikada uygulayacağı laik siyasete bağlı görünüyor.

 

Hastalığı yanlış teşhis koyarsanız onu tedavi etmeniz de mümkün değildir. (24 Ocak 2016)

 

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile

trafik cezası öde kredi kartı ile fatura öde online fatura ödeme fatura öde